14 Mart 2015 Cumartesi

SAYOKAN NEDİR


SAYOKAN NEDİR



Korunmanin ve koruyabilmenin yolu olan bir Türk Savunma ve Savaş Sanatıdır.

1990 yılında Türk Savaş Sanatı calismalarina başlayan, 1999 yılında tüm çalışmalarını bitiren Nihat Yiğit, önce uluslararası alanda daha sonra da Türkiye’de tanıtımına başlamıştır.

Ülkemizdeki bürokratik engellerden dolayı, 02 Ağustos 2002 tarihinde maalesef Amerika Birleşik Devletlerinde Dünya Federasyonu, 05 Ocak 2005 tarihinde ise ülkemizde Türkiye Federasyonu kurulmuştur. Dünya Federasyonu ise 07 Aralık 2005 te bir daha ayrılmamak üzere Türkiye ye taşınmıştır.

Akademik anlamda Sayokan, bir Alpı tekniksel, taktiksel, zihinsel, psikolojik, fiziksel {Hız, Dayanıklılık, Güç/Kuvvet, Esneklik, Yeti (hız+güç) ve Çeviklik} gelişmelerini en yüksek noktaya çıkartmayı amaçlayan bunu yaparken de sakatlanmayı ve hastalıkları en aza indirgemeyi planlayan ruhsal ve bedensel eğitim çalışma bütünüdür.


Teknik anlamda Sayokan karşısındaki gücün detaylarıyla uğraşmaksızın; bütünü, rakibi okumak sonra cevap vermeksizin genel stratejik anlayışı içinde kendi kontrolü altına alır. Bunu yaparken zıtlıkların birliği kuramı ile Alpların sağ ve sol yeteneklerini aynı seviyede geliştirir, uygulamada tüm temel tekniklerde uzuvlar araçtır, destekleyici, ivme kuvvetini artırıcı unsur gövdedir.

Sistemimizde birim teknik değil, tekniğin kullanım perspektifi önemlidir.Tekniğin süslü ve gösterişli olanı değil doğaçlama yeteneği içinde uygulanabilir oluşu önemlidir.Teknik motorsal kavramada tabii reaksiyon olabilecek kolaylıkta olmalı, çok spesifik özellikler taşımamalıdır. Sayokan da iki eğitim programı vardır.

1 - Kendini Koruma Sistemi (Self Defence)

Bu program en kısa sürede (108 saat) kendini koruyabilmenin stratejik eğitimidir. En kısa sürede; gerçek mücadele ile yüz yüze gelmenin ve başarılı olmanın bedensel-ruhsal öğretisidir. Kişinin enik yeteneğinin üst seviyede olmaması Sayokan stratejisinin uygulanmasına engel değildir.Diğer mücadele sistemlerinin çaresiz çözümsüz kaldığı dış alanda (sokakta) gerçek bir sigorta olup mükemmel uygulanır.

Özellikle Savaş Sanatlarına ilgi duyup ilgilenmemiş kendini müdafaa konusunda cesarete gereksinim duyan bay bayan orta yaş ve üzeri kişilerin bire bir , bire çok saldırganın aletli aletsiz saldırılarına karşı rahatlıkla uygulayabileceği bir sistemdir.

Yarışma alanı ve müsabakası yoktur. 1. SAN ve 2. SAN olarak proglamları mevcuttur. 1. SAN programını bitiren öğrenciler siyah kuşak 1. SAN olurlar. 108 saatlik çalışma bu programin ilk bölümüdür ve tamamını kapsamaz.

2 - Yere serme sistemi

Dünyada Full Contact mücadele sporları katagorisine giren vuruşlu sistemdir. Eldiven ve Koruyucu kullanılmaz.

Bu sistemde yine hiçbir sistemin kazandırmadığı doğaçlama yeteneği elde edilir. Rakiplerin tüm ataklarını düşünce boyutuna taşımadan kendi doğallığı içerisinde tabii bir reaksiyon ile pasifize edebilirsiniz.Rakibin teknik detayları değil ,katagorize edilmiş müsabık karakteri göz önünde bulundurulur ve kütlesel etkinliği direnci kırılır.

Müsabaka yapılan sistemler ise;

Kyokushin Kaikan, Ashiara Kaikan, Seidokan, Shidokan, Enshin Kaikan, Yoshi Kaikan, Oyama (Shigeru Oyama) Karate olarak sayılabilir.

Son söz olarak Sayokan gerek müsabaka alanında gerekse dış alanda kişiyi çıkmaz içinde bırakmaz. Mücadelenin her boyutunda çözümcü bir özgüven, teknik ve stratejik bir yeti sağlar. 


Türk Tarihinde Bu Tür Bir Çalışma Varmı?

Türk tarihinde böyle bir çalışmanın belgesi yada metinleri yok. Küçük yaştan itibaren gençleri bir anlamda savaşa hazırlayan bir çok oyun ve yarışma biçimine getirilmiş faaliyetler var. Bunlar uzak doğu ülkelerinin oluşturduğu biçim ve yöntemde değil.

Yukarıda bahsedilen kültürel ve ekonomik gücü ve tarihimiz, milli karakterimiz göz önünde bulundurulursa, böyle bir çalışmanın ülkemize zararı değil faydası olacaktır. Hele Atatürk gibi bir lidere sahip isek sadece başka alanlarda değil, bu alanda da üretkenlik kaçınılmaz olacaktır.

Bu mantıkla yola çıkan vatanperver, Atatürk milliyetçisi Nihat YİĞİT bu eksikliği gidermek adına 1990 yılında çalışmalarına başlamıştır. Kendileri uzak doğu savaş sanatlarına 1973 yılında başlamış, bu alanda 16 ülke gezmiş, Türkiye’de ve uluslararası alanda otoritesi kabul edilen savaş sanatları uzmanıdır. Bu alanda çalışmaların olmaması onu Türk savaş sanatında kültürleştirme çalışmalarına yönlendirmiştir.

Öncelikle uzak doğu ülkelerine giderek, bu ülkelerin bu alanda nasıl başarı sağladıklarını tüm başlıkları ile araştırmıştır. Bu araştırmalarını uzmanlık alanı olan tekniksel oluşum, tekniklerin çıkış noktası ve hareket analizleri, Türk kültür ve tarihi motifleri, toplumsal yapısı, ekonomik yapısı, estetik boyutu, uygulanışındaki yöntemler, kaideler, ritüeller, öğretisi gibi konuları ardı sıra getirmiştir.

Yani sistemleşmeyi sağlayacak tüm ögelerin var olması. Tabiatı ile kendi uzmanlık alanı olmayan Türk spor tarihi, spor bilimleri, pedagojik formasyon, terminoloji, Türkoloji gibi konularda çok değerli hocalarımızdan Doç.Dr.Yavuz Taşkıran, Prof.Dr.Özbay Güven, Doç.Dr.Gıyasettin Demirhan, araştırma görevlisi Murat Çilli ve birçok bilim adamımızın kaynaklarından istifade edilmiştir.

1999 yılında tüm çalışmalarını bitiren Nihat Yiğit, önce uluslararası alanda daha sonra da Türkiye’de tanıtımına başlamıştır. Ülkemizdeki bürokratik engellerden dolayı, 02 Ağustos 2002 tarihinde maalesef Amerika Birleşik Devletlerinde Dünya federasyonu, 05 Ocak 2005 tarihinde ise ülkemizde Türkiye Federasyonu kurulmuştur. Nihat Yiğit uluslararası alanda 120 ülkede 368 spor merkezlerine İngilizce görsel ve yazılı neşriyat ile ulaşmıştır.

Bu gün İngiltere, A.B.D., Türkiye, İran, Mısır, Almanya, İrlanda, Belçika, Tunus, Kazakistan resmi oluşumlar bulunmakta ve Sayokan çalışılmaktadır. Ülkemizde ise, başta Ankara olmak üzere Istanbul, Düzce, Muğla, Aydın, Denizli, Konya, Çorum, Kahramanmaraş, Hatay, Antalya, Kütahya, İzmir, Mersin, Mardin illerinde icra edilmekte ve katılım hızla artmaktadır. Sayın Nihat YİĞİT, Türk savaş sanatı ile dünyada tanınmamıza ivme kazandırmak, yukarıda bahsedilen ve artacak ülkelerde ise ülkemiz için kazanımlar elde edilmesini ümit etmekte ve çalışmaktadır.

Türk Milletinin birlik ve beraberliğine, tarihi, kültürel tüm unsurları faaliyet ve etkinliklerde görselleştirerek katkı sağlamaktır. Askeri ve Emniyet güvenlik personellerinin yerelliği ve milliliği olan bu alanda ruhsal ve fiziksel disiplinlerini kuvvetlendirmek, Türk Cumhuriyetleri ile birlik ve beraberliği sağlamasına faktör yapmak, yurt dışında Türk savaş sanatı eğitmenlerinin çoğalmasını sağlamak, Türkiye’nin ve Türkün adını daha çok duyurmak gibi idealleri hedeflemektedir. Bu hedefler içinde projeler hazırlamaktadır.

Kültürler malumunuzdur ki önce kültürleştirme hareketi olarak başlar, milletlerin kabulü ve belli bir süreden sonrada milletin kültürü olurlar. Örneğin yağlı güreşimiz, Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden sonra başlamıştır. Oysa Orta Asya’da güreşlerimiz, aba, kuşak ve kuraş güreşleridir. Yağlı güreşimiz 643 yıl önce bir kültürleştirme hareketi, faaliyeti olarak başlamış, bu gün ise kültürümüzün bir parçası olmuştur. Türk savaş sanatı “SAYOKAN” da bu anlamda ve bu alanda bir kültürleştirme hareketidir.

İzninizle ülkemizdeki terminolojik bir hatayı düzelterek başlamak gerekiyor. Ülkemizde “Uzakdoğu sporları” olarak tanımlanan söz konusu
Alparslan

Sayokanin Hilal stratejisini aldığı Sultan Alparslan
branşların ülkelerinin bize göre uzak doğuda olması yani coğrafik bir mantıkla konmuştur. Oysa bu alanda dünya terminolojisinde böyle bir tanımlama yoktur. Düzeltilmesi konusunda da bir çalışma yapılmamıştır. Bu branşların adı dünyada “savaş sanatları (Martial Arts)”dır. Yani fiziksel ve ruhsal disiplinlere ulaşmanın yolu, yöntemi ve çalışmalarıdır.

Bu yöntem ve çalışmalarda başarılı olmak için “mücadele” sözcüğü yeterli değildir. Bedensel yetenek, güç, sürat, kondisyon, teknik gibi unsurlara sahip olabilmek için ruhsal destek, psikolojik mental yapının öncelikle disiplinize edilmesi gerekir ki bu yol kişinin kendisi ile mücadelesi ile değil, savaşması ile mümkündür. Elbette destekleyici bir öğreti olmadan olanaksızdır. Bu öğreti için tarihimiz yüzlerce düşünür, filozof, komutanlar ve kahramanlar yetiştirmiştir. Mete Han’dan, önderimiz Atatürk’e kadar....

Sonuç olarak “savaş” sözcüğü sıcak savaştan ziyade, kişinin ruhunu ve bedenini disiplin altına almak adına verdiği savaşı ifade eder. Yanlış bir tanımlamada “dövüş sporları” yada “dövüş sanatları” tanımlamasıdır. Taktir edersiniz ki dövüşün ne sanatı ne de sporu ne de eğitimi olur. Spor ve sanat sözcükleri bilimselliği kaygı olarak bünyesinde barındırır. Lakin dövüş sözcüğünün bu tür kaygıları yoktur. İnsanlar idealleri için savaşırlar, ama dövüşün ideali olmaz. Eğer bu tanımlar uzak doğu savaş sanatları (sporları) için kullanılıyorsa biz bundan rahatsız olmayız. Ama Sayokan için bu tanımlamalar kullanılamaz.

Kültürleştirme hareketi olarak tanımlamıştık. Eğer içinde tarihi, kültürel motif, geleneksel ritüel, öğreti, tarihten stratejik unsurlar taşıyorsa adın da bu değerleri hissettirmesi gerekmektedir. Sayın Nihat YİĞİT bu değerlere “SAVAŞÇININ YOLU ve KAN’ı cümlesini uygun görmüş, bu cümledeki sözcüklerin baş hecelerini alarak kısaltmıştır. Onun ifadesi ile, “Savaşçı” Mete Han’dan Atatürk’e kadar gerek bedensel, gerekse ruhsal, zihinsel yetenek ve erdemliliğe sahip eşsiz devlet adamlarımızı, komutanlarımızı, kahramanlarımızı, “YOL” ise bu eşsiz insanların bu yetenek ve erdemliliğe giden yolunu, “KAN” ise kültürümüzle, tarihimizle, dilimizle olan bağımızı ifade etmektedir.” diye tanımlıyor. Tabiatı ile uzak doğu savaş sanatlarına bu alanda alternatif, yerelliği ve milliği olan bir kültürleştirme hareketi olunca kolay kabul edilebilir görünmektedir.

Sayokan’ı temel özellikleri ile tanıtmaya çalışacağız. Bu temel özellikleri tekniksel olduğu kadar, tarihi, kültürel geleneksel unsurlarını da tanımak zorundayız ki sıradan bir savaş sanatı imajı ile tanınmasın. Veya sadece uzak doğu savaş sanatlarına alternatif mantığı taşıyan, bu amaçla ortaya konmuş bir çalışma olarak görülmesin.




Sayokanın Hilal stratejisini aldığı Sultan ALPARSLAN


TARİHÇE

Sayoka Avrasya Federasyon simgesi

Savaş sanatlarına 1973 yılında başlayıp bir çok ülkelerde araştırmalar yapan ve başarılar elde eden, dünya ustaları tarafından da yakınen tanınan Nihat YİĞİT tarafından kurulmuştur. (Yabgu bölümüne bakınız).

Sayokan bir Türk savaş sanatıdır. Dünya Türkleri' nin savaş sanatıdır. Ayça (hilal) stratejisi, kurt kapanı oyunları ile, Türkçe kavramlar bütünü ile, sıradüzen ünvanları ile, kahramanlık oyunları ile, Atatürk'ün Türk Milliyetçiliği hedefleri ile, Sayokan'ın en üst ünvanından en alt ünvanına kadar Sayokan içinde yaşatılan töresiyle, faaliyetlerindeki Türk kültürünün yaşatılma gayretleriyle, kültürel davranış disiplinleri ile Türk savaş sanatıdır. Dünya savaş sanatları arenasında Türkü, Türk Milletinin seciyesini, kabiliyetlerini ortaya başka savaş sanatları ile değil Türk savaş sanatı ile layıki ile kanıtlama kararlılığı noktasında tek Türk savaş sanatıdır. Savaş sanatları alanında dışarı bağımlılıktan kurtulma noktasında gücünü, farklılığını ortaya koyan bir savaş sanatıdır.

Bundan sonra artık Türk Milletinin katkı ve destekleri ile gelişmeli ve büyümelidir. Kurucusu Yabgu Nihat YİĞİT şöyle diyor...

*Her alanda ve branşta yurt dışına bağımlılıktan kurtulmalı, dünya arenasında kendimize ait, övünç kaynağımız olacak çalışmalar üretmeliyiz. Kendimizi tanıtmanın ve tanınmanın yolu, dışarıdan getirdiğimiz unsurların üzerine kimliğimizi yazarak değil, tarihimizle, kültürümüzle, dilimizle anılacak çalışmalarımızla, dünya arenasında rekabet etmekle mümkündür. Dış dünyanın çalışmaları, ürettikleri ilham kaynağımız olabilir. Taktir ve taltiflerimizle teveccüh gösterebiliriz. Ama bağımlı olmak 16 bin yıllık tarihe sahip, medeniyet ruhu ve şuuru taşıyan bir milleti ancak tembelleştirir. Gelişmek başkalaşmak veya başkalarından medet beklemek değildir. Başkaları ile rekabet edebilmek, rekabet edebilme gayreti ile üretmektir.

*Sayokan, dünya savaş sanatları alanında bizi anlatmaya ve tanıtmaya gayret eden; bu alanda bizde varız diyebilmenin onurunu yaşatmak amacı ile Millet merkezli bir kültürleştirme hareketidir. Yabancı alanlarda, yabancıların kuralları içinde varlık mücadelesi vermek yerine; bizim alanlarımızda yabancılara adalet, hakkaniyet ve misafirperverliğimizle, şanlı geçmişimizle varlığımıza taktir ve teveccüh göstermelerini sağlamak daha anlamlı ve onurlu olacaktır. Bu bir ırkçılık değildir. Irkçılık başka milletlere yaşama hakkı vermemek demektir. Bu bir VATANPERVERLİKTİR...Taktir ve teveccüh büyük Türk Milletinindir. (“Yabgu” Nihat YİĞİT )

Sayokan bir Türk kültürleştirme hareketidir. Büyük Milletimizin teveccühü ve kabulü ile önümüzdeki yıllar kültürümüzün bir parçası olacaktır. Tüm kültürlere katkı, önce kültürleştirme hareketi ile başlar, daha sonra milletin kabulü ile kültürün bir parçası olur. Örneğin yağlı güreşimiz atalarımızın Anadolu'ya gelmesi ile başlamıştır. Orta Asya'da iken aba - kuşak güreşlerimiz mevcut iken, Anadolu'ya gelişimizden sonra güreşimiz yeni bir boyut kazanmıştır. Sayokan'da kurucusu "Yabgu" Nihat Yiğit tarafından büyük Türk Milletine armağan edilmiştir.

GENEL BAKIŞ


Sayokan 4 bölge-4 hilal üzerine kurulmuştur. Her bir hilal ayak hareketi büyük komutan Alparslan'ın Malazgirt savaşında kullandığı hilal stratejisini ifade eder. Rakip hilalin içine hapsedilir ve teknik uygulamaya geçilir. Sayokan vuruşlu-yere serme sistemine sahiptir. Kahramanlık Oyunlarındaki cenkler bu kural anlayışı ile icra edilir. Ayrıca Sayokan'ın öğreti ve teknik anlayışı zıtlıkların birliği kuramı üzerine kurulmuştur. Bu anlayış teknik alanda kişiyi sağ ve sol yeteneklerini aynı seviyede geliştirir. Öğreti boyutunda ise kainatın bu anlayış ile yaratıldığını bilir ve yaşamında eksi ve artı değerleri dengelemesini öğrenir. Bu anlayış başka savaş sanatlarında yoktur. Sayokan'da iki eğitim programı ardı

ULUÇ (TEMEL) EL TEKNİKLERİ : Ok yumruk - Orak yumruk - Kanca yumruk - Döner dirsek - Sağ ve sol sancak - Gökkuşağı - Kalkan - Burgu - Kılıç el - Sarmala at - Ters sarmala at - Osmanlı eli - Direk ok - Direk orak - Direk Osmanlı eli.

ULUÇ (TEMEL) AYAK TEKNİKLERİ : Alt, orta ve üst tırpan - Omca - art tekme - Art orak tekme - ön tekme - yan tekme - Eklem tekmesi - Ters eklem tekmesi - Durduran tekme.

TÜRK KÜLTÜREL MOTİFLERİ : Türk savaş sanatı tanımlamasından anlaşılacağı gibi, Türk kültür, geleneklerine göre kurgulanmış destanlarından etkilenmiş, yeni Türk neslinin de tarihimizde ki kahramanlıkları, yiğitlikleri hatırlamaları, ruhsal boyutunu yaşamaları, akıl ve beden gücünün ortak kullanımının kazandırdığı zevki tatmaları, Sayokan'da ilke edinilmiştir. Sayokan, kültürümüzdeki değerlerin tekrar yaşatılması, bu değerlerle Alpların yetiştirildiği bir kültürleştirme hareketidir. Prof.Dr. Özbay Güven hocamız “Türklerde spor kültürü” adlı kitabının bir bölümünde şöyle diyor. “Sporun tarihi, insanın doğa koşulları ile tanışarak, ona uyması doğada egemen olmaya başlaması ve kendisini korumak için tek araç olan vücudunu ve adalelerini geliştirmesi ile başlar. Başlangıçta sporun insanların fazla enerjilerini boşaltmak, sağlıklarını ve güzelliklerini geliştirip korumak, boş zamanlarını değerlendirmek, barışa katkıda bulunmak ve ticari yararlar sağlamak gibi amaçlar için yapılmadığı kesindir. İnsanlık tarihi ile insanın korunma ve güvenliğini sağlama mücadelesi de birlikte başlamıştır. İlk çağlardan kalma bazı resimler, spor dallarının da belirmeye başladığını gösterir. Ancak, spor tarihinin başlangıcı diye adlandırdığımız resimlerin çoğu savaş ile yakından ilgilidir. Savaşların beden gücüne dayandığı çağlarda spor, savaşa hazırlık dönemi oluşturmakta idi. Türkler de bu dönemlerde savaşa yönelik işlevleri olan sporları yapmışlar ve desteklemişlerdir.“

Günümüz yüzyılına bu anlayışı taşıyan ve başarılı olan Karate, Aikido, Judo ve Sumo ile Japonya; Tae kwon do, Hapki do, Tang soo do ile Kore; Kung-fu ve versiyonları ile Çin, Muay Thai ile Tayland olmuştur. Son 10 yıldır ise Savate ile Fransa, Capoeira ile Brazilya, Krav Maga ile İsrail bu rekabette yer almaya çalışmaktadırlar.Teknolojik alanda gelişmiş sanayi toplumları veya günümüz insanları, korumak, korunmak, güvenlik kaygılarını oluşturan duygularından hiçbir şey kaybetmemiştir, sadece tarz, yöntem, öğretiler değişmiştir.

Savaş sanatları, ne kadar savaşa hazırlık olmaktan çıkmış gibi görünse de güçlü, akıllı bireylerin yetişmesi için spor adı altında eğitimlere gereksinme yarınlarda da devam edecektir. Çünkü milli kültür ve mirasların devamiyetinde, sağlıklı nesillerin oluşmasında, vatan ve bayrak gibi milli değerlerin korunmasında akli olduğu kadar bedensel güce de gereksinme vardır. Ayrıca barışın koruyucuları savaşçılardır.

Türk savaş sanatı Sayokan, akıllı, çalışkan, erdemli, barış yanlısı, güçlü, kuvvetli, kahraman ve yiğitlerle dolu tarihimizi görselleştirmek, yaşatmak, uluslararası alanda ise bu kültürümüzü tanıtmak için oluşturulmuştur. Toplumumuzda kendi (ben) rızasını düşünen ve elde etmek için peşinden koşan, bencil, egoist bireyler yerine; milletinin faydalanabileceği çalışmalar ortaya koyan, inanç ve milli değerlerini yaşayarak koruyan, “biz” diyebilme erdeminde olan, emin, samimi, sadık, kalbi-i rızası ön planda olan bireyler yetiştirmektir.

Neden “savaş sanatı” deyimi kullanılıyor. Bu branşlar için ülkemizde yanlış kullanılan, “dövüş sporları”, “Uzakdoğu sporları”, dövüş sanatı” gibi tanımlar ve kavramlar dünya savaş sanatları terminolojisinde kullanılmaktadır. Söz konusu branşların dünyadaki ortak adı, “savaş sanatları” (martial= savaşla ilgili, savaşçı; Arts=sanatlar)dır. Ülkemizde yanlış anlaşılmalara sebep olma olasılığı olsa da biz doğru tanım“savaş sanatları”nı kullanmanın sorumluluk olduğu düşüncesindeyiz. Dünya böyle tanımlıyor, bizde doğrusunun bu olduğunu düşünüyoruz ki, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere savaş beden eğitimi ve stratejilerinin oyunlaştırılmasından ve daha sonra spor alanlarına taşınması sonucu meydana gelmiştir bu branşlar…Japonya’da tüm savaş sanatlarının bağlı olduğu resmi kurumun adı “Budo Kan” dır.

“Bu” = Ordu, silahlı kuvvetler,
“Bushi” = Samurai, derebeyi, savaşçı, asker,
“Bushido” =Samurai savaşçılık öğretisi.
“Do” =Yol, öğreti, moral, ahlak.
“Budo Kan” = Savaşçının yolu kuruluşu.
“Kan” = Büyük bina, yapı. Anlamlarındadır.

Japon savaş sanatlarının etimolojik (köken) olarak nereden geldiğini bu küçük örnekle algılayabiliriz. Diğer savaş sanatları da aynı etimolojik sürece tabidirler. Şu bir gerçektir ki, savaş sanatlarına sahip ülkeler, uluslararası milli siyasetlerinin içinde “savaş sanatlarını” bir lokomotif, katalizör olarak kullanmışlardır. Japon dilini, kültürünü, tarihini, geleneklerini bünyesinde yaşatan Japon savaş sanatlarının bugün 156 dünya ülkesinde binlerce okulları bulunmaktadır. Aynı zamanda sivil toplum örgütü niteliği taşıyan bu okullar, faaliyet gösterdikleri ülkede, o ülkenin insanları tarafından, kendi finans kaynakları ile açılmakta yürütülmektedir. Yani, Japonya adına, Japon olmayan bir çok dünya ülkesi insanları kendi istekleriyle, Japonya’nın dilini, kültürünü, geleneğini, tarihini yaşatmaktadır. Japon savaş sanatlarının yürütüldüğü dünyada ki binlerce okul, milyonlarca yabancı (Japonlara göre) bu sanatlarda daha usta olmak için, bu ülkeyi daha yakından görmek, kahramanlarını tanımak, yaz – kış kampları etkinliklerine katılmak için de bu ülkeye akın etmektedirler…156 ülke kendi ülkelerinde düzenledikleri seminerlere, konferanslara, yaz-kış kamplarına büyük ücretler ödeyerek Japon ustaları getirmektedirler. Yani, kısacası konunun bir de ekonomik boyutu bulunmaktadır. Tahayyül edebiliyor musunuz ; Türk olmayan insanların, yabancıların, kendi ülkelerinde kendi kaynaklarıyla SAYOKAN okulları açıp, bu okullarda Türkçenin, Türk tarihinin, Türk Kültürünün yaşatıldığını, ülkemize binlerce insanın SAYOKAN eğitimleri almak için geldiğini, ekonomik bir boyuta da katkı sağlandığını…

Sön söz olarak, kanıtı hala yukarıda bahis olduğu gibi dünyada yürürlükte olan bu gerçeği, Sayokan ile gerçekleştirmeyi hedefledik…Peki bu hayal mi?

Biz hayal kurmayız, istikamet bellidir. Bu istikamet üzre doğru olanları yapmaya çalışırız taktiri, taktir makamı değerlendirir.

SAYOKAN ; “SAvaşçının YOlu ve KAN’ı” cümlesindeki kelimelerin baş hecelerinin birleştirilmesi ile meydana getirilmiştir. Türk savaş sanatı, savaşçı sözcüğü ile nasıl savaşçı olunacağının yolunu, yani akıl ve beden gücünü kullanabilme yeteneğini ve disiplinini ; Yolu sözcüğü ile erdemliliği, barışı, çalışkanlığı, sevgiyi, saygıyı tarihteki büyüklerinin, gelenek, örf ve ananelerini ;, Kanı sözcüğü ile de tarihteki kahramanların birliğini, devamiyetini amaçlamaktadır.

FAALİYET AYLARI – MEVSİMİ : 06 Mayıs – 08 Kasım tarihleri arası Kahramanlık Oyunları organizasyonlarının yapıldığı aylardır. Bu tarihler arası atalarımızın ruz-ı hızır diye adlandırdığı 179 günlük bir dilimdir. Tarihimizde hızır günleri olarak adlandırılmıştır. Savaşa hazırlık, şenlikler, festivaller, izdivaçlar hep hızır günlerinde organize edilmiştir. 09 Kasım – 05 Mayıs tarihleri arası, gelişim, teknik, hakemlik, yönetim, organizasyon seminer, toplantı ve sempozyumlarının yapıldığı aylardır. Tarihimizde atalarımız bu tarihler arasındaki ayları kasım günleri olarak adlandırmışlardır. Bu aylar arasında alplar Kahramanlık Oyunlarına teknik, taktik, sürat ve kuvvet antrenmaları ile hazırlanırlar

ALP YAZILIĞI (CENK MEYDANI) : Cenkler (müsabakalar) çim üzerinde yalın ayak yapılır. Cenk anında yağmur yağsa da cenkler devam eder. Cenk meydanı üç parsele bölünür. Birinci parsel Baş boyu (Baturalp), ikinci parsel Orta Boy (Konuralp) ve üçüncü parsel Ayak Boyu (Gencalp) olarak ayrılır. Bayanlar içinse en son bir parsel kullanılır. Eşleşen alplar aynı anda cenke başlarlar. Her cenk için belirlenmiş bir sınır yoktur. Her cenk bir hakem tarafından yönetilir. Ayrıca kule hakemleri vardır.

ALPLIK OKULU : Eski Türkler M.Ö. 6.yüzyılda Pi-yung adı verilen kale şeklindeki bir binada “Alplık Teşkilatı”nı kurdular. Dünya tarihinde ki ilk kurumlaşmadır. (Kaynak, Türklerde Spor Kültürü s.22-23 Prof.Dr.Özbay Güven). Bundan dolayı Sayokan’ da eğitim yerlerine Alplık Okulu adı verilir. Kişi önce Alp sonra Eren olma yolunda ilerler. Lakin Türk savaş sanatı yabancılar tarafından da icra edildiği için Alplık esas alınmış, erenlik ise kişilerin tercihlerine bırakılmıştır.

Cenk ABAsı

Cenk ABAsı

ABA : Sayokan abalarının çıkış noktası orijinal Türk (Uygur) abasıdır. Bu aba hala Türkistan'da kullanılmaktadır. Yukarıdaki aba 2 asırlıktır. Ve Türkler asırlar boyunca yukarıdaki aba veya benzer abalar giymişlerdir.

Egitim ABA sı

Eğitim ABA sı
Sayokan’ da cenk elbiselerine aba denir. Beyaz üst ve mavi üst aba olmak üzere her alpın sahip olması gereken 2 abası bulunur. Her iki abanın altları beyazdır. Beyaz aba beyaz köşe için, mavi aba ise mavi köşe içindir. Abaların kolları dirsekten üç parmak üsttedir. İki yakadan oluşan ön kısmı, sol parça sağ tarafın üstüne gelecek şekilde kapanır. Kalın kumaştan yapılan abaların omuzları sarı bir kumaştan kaplanmıştır.

Üst mavi, alt beyaz aba ise eğitim abasıdır. Alplık programı A ve B' de de kullanılır.

Bileklerde özel tasarlanmış bileklikler, bileklere zarar vermemesi içindir. Cenklerde kullanım mecburidir. Bele bağlanan kemer iki kez dolandırılır. İlk bele dolama Allah’a sadakat ve bağlılığı, ikinci bele dolama devlet ve millete sadakat ve bağlılığı, atılan düğüm ise bu ilkeleri kabul ettim, nokta koydum anlamındadır. Bu iki ilke madde ve manayı ifade eder. Yani zıtlıkların birliği kuramını tasdik eder.

Hakem abası, üst sarı, alt siyahtır. Bele ise hakemin seviyesini belirten kemeri takılır. Bir bileğinde mavi renk bant vardır, doğu alplarını, sol bileğinde beyaz bant vardır, batı alplarını ifade eder.

Hakem ABAsı

Hakem ABAsı
SELAM : Sayokan’da selam yerde ve ayakta olmak üzere iki şekildedir. Her iki selam türünde de sağ yumruk kalbin üzerine konur, baş öne eğilme yapar.

Yer selamı ; Sol diz üzerine sol el konur, sağ yumruk kalbin üzerinde sağ diz yerdedir, baş eğilir.

Ayak selamı: Ayaklar kişinin omuzları genişliğinde yana açılır, ayak baş parmakları tam karşıya bakar, sol el yumruk aşağıda, sağ el yumruk kalbin üzerinde, baş öne eğilir. Eğilmeler belden değildir. Sadece baş hareketidir. Alplik okullarında bayrağa karşı her iki selamda kullanılır. Aybar’a (eğitimci) ise sadece ayakta selam verilir.Cenk meydanında bayrağa ve protokole, halka toplu selamlama ayakta yapılır. Bayrağa selamın anlamı “yüreğimdesin”, halka selamın anlamı ise “yiğitlik şanımı koruyacağım, sizde şahit olun” şeklindedir. Cenkler ayakta selam ile başlar, anlamı “yiğitliğini kabul ediyorum, yiğitliğimi kabul et”. Alplarden birinin yenilmesi veya cenki bırakma isteklerinde ise yenilen yer selamı verir, anlamı “yiğitliğin benden üsttedir”

TOPLUMSAL ETKİSİ : Ülkemizin bir çok yerinde organize edilecek Sayokan Kahramanlık Oyunları birbirini tanımayan ama aynı kültürü yaşatan bir çok alpı bir araya getirecek, genel anlamda birlik ve beraberliğin kuvvetlenmesini sağlayacak, milletimize de yaşatacaklardır. Bireylerin toplumsallaşmasında, kimlik kazanmasında Sayokan’ın içindeki milli kültürü, örf, ananevi ve öğretisi katkı sağlayacaktır. Kültürleşme hareketi olan Türk savaş sanatı Sayokan, Türk milletinin kahramanlık, yiğitlik yeteneklerini sergilediği, görselleştirdiği organizasyonları sayesinde, Türk karakterinin, kişiliğinin unutulmamasını, daha iyi tanınmasını sağlayacaktır. Aklın, sertliğin, çevikliğin, mukavemetin, yiğitlik-erlik erdemlikler Kahramanlık Oyunları vasıtası ile sunulacak; Türk motifleri ile bezenmiş merasimlerin, ritüellerin bireyler arasındaki bağların güçlenmesine, pekişmesine, geleneklerin sürmesine, inançların tazelenmesine, değer yargılarının kökleşmesine katkı sağlayacak; toplumu canlı biçimde ayakta tutacaktır. Türk milletinin bir üyesi, Türkiye cumhuriyetinin bir vatandaşı olmanın mutluluğunun duygusunu verecektir. Türk milletinin kendine güveni yenilecek, canlı tutulacaktır.


ESTETİK YAPISI : Sayokan Kahramanlık Oyunlarında güçlü beden, stratejilerin aklederek, teknik hareketlerle akıcı bir şekilde sergilemesi insan vücudu estetiği ile görselleştirilir. Köslerin veya davulların makamları, müzisyenlerin tarihi vurguları, kıyafetler, cenk meydanının dekoru, ritüeller ve merasimler estetik unsurlar arasında yer almaktadır.

EKONOMİK YAPISI: Sayokan Kahramanlık Oyunları organizasyonları çoğunlukla ülkemizin muhtelif bölgelerinde gelenekleştirilmiş yerel büyük festivallerde faaliyet gösterir. Bu festivaller büyük belediyelerin katkıları ile olur. Alpların yollukları ve dereceye giren alpların ödülleri organizasyon sahibi belediye başkanlıkları tarafından ödenir. Ödüller organizasyonun büyüklüğüne göre değişkenlik arz eder. Türk savaş sanatı Sayokan, yağlı güreşimiz gibi yarı profesyoneldir. Bu yapısından dolayı mesleki bir yapıya bürünmesi sağlanacaktır. Ayrıca uluslararası hedeflerimiz, ülkemiz ekonomisine, turizmine, tanıtımına katkı sağlamak amaçlıdır.

Mehmet Akif Ersoy Kimdir




 
  • Yazar: genç amaneus
  • Beğen



Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’da 1873 yılında Arnavut asıllı Temiz Tahir Efendi ve Buhara göçmeni  Emine Şerif Hanım’dan dünyaya geldi. Kendisinden daha sonra dünyaya gelen Nuriye adından bir kız kardeşi bulunan Mehmet Akif Ersoy’un gerçek adı Ragif’tir. Ragîf sözlüklere bakıldığında “Yufka, pide” anlamına gelir ( bk: Osmanlıca – Türkçe Sözlük, Ferit Devellioğlu s.1020 ). İlk bakışta pek de anlamı olmayan bir isim bile olsa,  derine inildiğinde bir anlamı vardır.
Mehmet Akif Ersoy’un babası Fatih Camii Medrese hocasıdır. Dolayısıyla Akif, o zamanlar gerçekten şanslı birisidir. Tahir Efendi, Osmanlı döneminde şairlerin sıkça kullandığı ebced hesabından faydalanarak çocuğunun adını “Ragif” koyar. Ragif Hicri takvime göre 1290 yılını yani şuanki takvimimizle 1873 yılını işaret eder. Yalnız annesi dahil Ersoy’u “Akif” adıyla çağırır ki babası öldükten sonra da bu ismi iyice benimser Ersoy. Akif kelime anlamı olarak “Bir şeyde sebat eden, ibadet eden” anlamına gelir (bk: Osmanlıca – Türkçe Sözlük, Ferit Devellioğlu s.25); ki bu isim Mehmet Akif Ersoy’un hayatıyla tamamen özdeşleşecektir…
Mehmet Akif Ersoy, babası sayesinde iyi bir eğitim alır. Arapça eğitimini babasından alan Akif, daha sonra medresede Farsça ile tanışır. Gittiği okullarda Arapça, Farsça ve Fransızcaderslerinde sürekli birinci olur. Türkçeyi de çok iyi öğrenen Akif, hayatı boyunca Türkçe öğretmeni olan Hersekli hocası Kadri Efendi’yi anacak ve ona saygı duyacaktır.
Mehmet Akif Ersoy, o zamanın Osmanlı eğitim sistemine göre 4 yaşında okula başladı. Temel eğitimleri aldıktan sonra dindar bir kadın olan annesi onun medreseye gitmesini istedi. Ancak babası onu, o zamanın iyi okullarından Mektebi’ne Mülkiye ( devlet idaresinde görev almak üzere insan yetiştiren, bugünün siyasal bilimlerine yakın bir okul, batılı tarzda eğitim vermesiyle birçok ünlü âlimin gözdesi olmuştur ) gönderdi. Bir süre burada eğitim hayatına devam eden Ersoy, babasının ölümüyle yeni bir hayata “Merhaba” dedi; çünkü babası ölen ve büyük Fatih yangınında evini kaybeden Ersoy, fakirlikle tanıştı. Para kazanması gerekiyordu ve o zaman Ersoy, babasının istediği Mülkiye Mektebi’ni yarım bıraktı ve Ziraat ve Baytarlık Mektebi’ne yazıldı. Yatılı olan okul ayrıca Türkiye’nin ilk sivil okuludur.
Buradan da 1893 yılında birincilikle mezun oldu. Göreve başlamaya hazırdır artık ki zaten ilk görevi de Umur-i Baytarriye ve Islah-ı Hayvanat Genel Müfettiş Yardımcılığı idi. Bu göreviyle birlikte Anadolu’yu, Rumeli’yi ve Arabistan’ı gezdi. Bu onun Anadolu insanı ile ilk temasıdır ve şairlik yıllarında bu gezilerini hatırlayacaktır. Görevi gereği babasının doğduğu kasabaya da uğrayan Mehmet Akif Ersoy, orada amcaları ile tanışır.
1898 yılında ise hayatının kadını İsmet Hanım ile evlenir ve ondan 5 evladı dünyaya gelir: Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir… Bu 5 çocuk daha sonra 8 olacaktır çünkü verdiği bir ant üzerine sınıf arkadaşı Hasan Efendi’nin üç çocuğuna Hasan Efendi ölünce sahip çıkar.
Aslî mesleği baytarlık olan Mehmet Akif Ersoy, öğretmenlikle Halkalı Ziraat Okulu’nda ve Çiftlik Makinist Okulu’nda tanıştı. Bu iki okulda kitabet (yazın, kompozisyon, resmi yazı yazma) öğretmenliği yaptı. Bu sıralarda edebiyata ve şiire merak sardı. Sırat-ı Müstakim, Sebilü’r – Reşat, Servet-i Fünun ve Resimli Gazete’de şiirleri yayımlanmaya başladı.  Daha sonra o zamanın gözde okullarından Darülfünun’da 1908 yıllarında edebiyat dersleri vermeye başladı. Arapça bilgisini de konuşturan Mehmet Akif Ersoy, İttihat ve Terakki’nin Şehzadebaşı şubesinde Arapça dersleri, İstanbul Camiilerinde vaazlar vermeye başladı.
Devlet dairesinde başarılı bir memuriyet hayatı geçiren Mehmet Akif Ersoy, dönemin gizli cemiyetlerinden Teşkilat-ı Mahsusa adına Berlin’e gönderildi. Yıl 1915 idi ve o zamanlar Çanakkale cephesinde ölümcül bir savaş vardı. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale savaşını görmeden ” Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?/En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” ile başlayan Çanakkale Şehitlerine ithaf ettiği şiirini yazmıştır ve bu şiiri yazdığı dönem Berlin’de olduğu zamanlardır.  Şiir, aslında manzum hikayelerin olduğu Safahat Külliyatı’nın altıncısında ve eserin sonunda yer alır. Döneminden daha ileri bir şiir anlayışına sahip olan bu şiirin devamında Alman bir anne ile Türk anne karşılaştırılır.
Teşkilat-ı Mahsusa Mehmet Akif Ersoy’u daha sonra Arabistan’a gönderir. Mehmet Akif Ersoy, büyük bir maneviyatla bağlı olduğu İslam’ın nasıl çöküntüye uğradığı, insanların Müslümanlıktan nasıl uzaklaştığını burada görür ve müthiş bir karamsarlığa kapılır.
Memleketine dönen Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı döneminde halkın manevi duygularını yükseltecek ve Anadolu’yu karış karış gezerek üzerindeki karamsarlığı atacaktır. Önce Kastamonu’dan başlar gezisine Milli Mücadele döneminde milletine yardım etmek için Mehmet Akif Ersoy; Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezer ve camilerde vaazlar verir. 1920 yılında Ankara’ya dönen Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nı burada yazar.
İdeolojisi İslam Birliği idi büyük şairin. I. TBMM hükümetinde Burdur’dan milletvekili seçilmesi ve büyük İslam Birliği idolünün gerçekleşmeyeceğini anlayan şair yine karamsarlığa kapıldı.  Memleketinde yapamadı uzun zaman önce birkaç yıl kışı geçirdiği Arabistan’a yerleşti ailesiyle birlikte ve tarihler 1926’yı gösteriyordu.Mısır’da Camilâtü’l – Mısrıyye’de Türk Edebiyatı dersleri verdi. Ailesinden sonra en büyük aşkı dil ve edebiyattı ve ülkesinden uzak bile olsa dilindeki gelişmeleri takip etti.
Sıtmaya yakalanan Mehmet Akif Ersoy İstanbul’a döndü. Tarihler 1935 yılını gösteriyordu. Ona emekli maaşı bağlandı ama bağlanan emekli maaşıyla 5 ay yaşabildi. Öldüğünde tam anlamıyla beş parasızdı. Mezarı Edirnekapı’dadır.
Sanata Bakışı ve Edebi Hayatı
Hayata hep İslam penceresinden bakan Mehmet Akif Ersoy’un ilk şiiri Mektep dergisinde yayınlandı. Şiirinin adı Kur’an’a Hitap idi. Şiir 1895 yılında yayınlandı. Şiire ise 1892 yılında Muallim Naci ışığında başlamıştı zaten.
Yukarıda bahsettiğim gibi çok iyi bir din ve dil eğitim almıştı. Arapçayı ana dili gibi konuşurdu. Öyle ki son yıllarda Kur’an’nın bir kısmını çevirdiği yazmaları ele geçmiştir.
Şiirlerinde Doğu mistizismi vardı. Aruz vezni ve eski şiire bağlı kaldı. Sadece manzum hikayelerinde vezin kullanmadı.
“Hayır, hayat ile yoktur benim alışverişim
İnan ki; her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” dizelerinde belirttiği gibi her zaman dosdoğru oldu. Gerek yaşantısında gerek eserlerinde boyun eğmedi.
Eski şiiri desteklemesine rağmen manzum hikayelerinde harika bir dil kullandı; yalın, sade, anlaşılır ve tamamen halk ağzı. Özellikle Küfe, Seyfi Baba manzumlarında nakış gibi işlediği sözcükleri toplum yaşamanı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Bu harika eseriyle Türk Edebiyatında taklidi imkansız bir öykülemeye dayalı şiir tarzının örneklerini verdi.
Şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçi olan Mehmet Akif Ersoy, fikir olarak İslam Birliğini savunduğu için Türkçülüğe karşı çıktı. Ülkenin refahını Batı’nın ilim ve tekniğinde arayan Tevfik Fikret ile sürekli çatıştı. Her şiirinde, vatan, millet, bayrak sevgisi konularını işlediği her şiirinde, İslam parçaları da araya serpti… O tam anlamıyla İslam reformcusuydu.
Rauf Mutluay, 100 Soruda Çağdaş Türk Edebiyatı adlı eserinde Mehmet Akif Ersoy’u şu şekilde tarif etmektedir : “ … Akif’in kişiliğinde – sanatçı yaratılışla inandığını söyleyip yapan – erdemli bir yaşayışın  bütün ögeleri birleşir….”
İlk şiir kitabının adı Safahat idi. Ama o daha sonra tüm kitaplarına aynı adı verdi ve 7 ciltlik - Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1924), Gölgeler (1933) - bir külliyat meydana geldi.  Bu eserler Ersoy’un ölümünden sonra Ömer Rıza Doğrul tarafından tek bir ciltte toplanmıştır.

Divan Şiiri ve Divan Şiirinin Ögeleri

Divan Şiiri ve Divan Şiirinin Ögeleri



 
  • Yazar: ÖTÜKEN YESÜGEY
  • Beğen  www.newmyip.blogspot.com
Divan şiiri olarak andığımız, sıklıkla bu isimle anılan dönem, eski Türk edebiyatı dönemidir. Bu dönem 13.asırdan 19.asra kadar kesintili olarak sürer. Eski Türk edebiyatı; Anadolu Selçuklu, Beylikler Dönemi ve Osmanlı Devleti dönemini kapsayan 6 asırlık bir edebiyattır.

Eski Türk edebiyatı, Türk edebiyatının özel gelişimidir. Estetik özellikleri İslam kültüründen alıntıdır. Dini de öğrendiğimiz kaynak olan Farslar, bize bu edebiyat için de irşad olmuşlardır. Eski Türk edebiyatında Fars mitolojisinden ve Fars edebiyatından oldukça fazla öge bu yüzden vardır. Farsların yanında Arapların da etkisi yadsınamaz. Yani Eski Türk edebiyatı Türk kökenli olan, ama Doğu – İslam etkisinden olan bir edebiyattır.

Yukarıda özelliklerine biraz da olsun değinilen eski Türk edebiyatı, 13 – 19 asırları arasında devrimsel ya da sarsıcı herhangi bir dönem geçirmemiştir. Gayet şekilci ve katı kuralları olan bu edebiyata, şairler sadık kalmakta ısrar etmişlerdir. Sadece Batı etkisine gelindiğinde bu etki kırılmaya başlanmıştır. Lakin kadim bir edebiyat olan eski Türk edebiyatı, Batı etkisindeyken ve hatta Cumhuriyet döneminde dahi az da olsa etkisini sürdürmüştür.

Eski Türk edebiyatı aynı zamanda şu isimlerle de anılır:

  • Edebiyât-ı kadîme
  • Şi’r-i kudema
  • Havas edebiyatı
  • Saray edebiyatı
  • Enderun edebiyatı
  • Ümmet çağı edebiyatı
  • Medrese edebiyatı
  • Ümmet edebiyatı
  • Osmanlı edebiyatı
  • Yüksek zümre edebiyatı
  • Klasik edebiyat
  • Klasik Türk edebiyatı…
Bu isimlerden şu aralar en sık kullanılanı eski Türk edebiyatıdır. Klasik edebiyat denmez çünkü klasikler özgün olan dönemlerdir. Eski Türk edebiyatı özenmeyle başlamış ve bazı kısımlar hariç özenmeyle devam etmiştir. Klasik edebiyat, yol açan ya da yolun kendisidir; biz ise Doğu’nun açtığı yoldan giden, iz süreniz.

Eski Türk edebiyatının İslam kültürünün etkisinde kalması her İslamî eseri Divan eseri yapmaz. Evet, Divan edebiyatında da İslami eserler yoğunluktadır ama daha Divan edebiyatının esamisi okunmadan, insanlar henüz Farsça bilmezken sade ve arı bir dille yazılan 13.asır eserleri de vardır. Bu eserler, dini – tasavvufi bir dönemi başlangıcı olduğu için özel bir konumdadırlar. Bu bakımdan “ Halk edebiyatı” – “Tekke – Tasavvuf Edebiyatı” – “ Eski Türk Edebiyatı” ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Her üçünü de birbirinden ayrılan net özellikler tespit edilmiştir çünkü.

Anadolu coğrafyasında edebî bir dilden bahsetmek için 13.asrı yani ilk yazılı eserleri beklemek durumundayız. Yani 11.asırdan bu yana Anadolu’da olduğu bilinen ve gelirken mutlaka bir yazı dili getiren Oğuzlar; tahmini olarak savaş ve yerleşim sorunlarından ötürü ancak 13.asırda edebî bir dil oluşturabildiler. Bahsedilen 13.asır sonlarına doğru Anadolu’da şiir oluşumu tamamlanmış; usta şairler dahi görülmeye başlanmıştı. Osmanlı döneminde hatta gerileme döneminde bile eski Türk edebiyatı, kendisine yakışan oldukça iyi eserler verebilmişlerdir. Sanat akımıyla birlikte zirveye tırmanan Divan şiiri kusursuzluğa ulaşan her edebiyat gibi zor vazgeçilmiştir.

                Eski Türk edebiyatında üsluplar ve eser farklılıkları dikkate alınarak 3 ana dönembelirlenmiştir :

1. Oluşum dönemi: Eski Türk edebiyatının henüz yeni olduğu aşamalardır. Dini kimlikten aşık kimliğe bu zamanlarda bürünecektir: Aşık Paşa, Gülşehrî, Şeyhoğlu Mustafa Paşa, Ahmedî Daî gibi şairler bu dönemde eser vermişlerdir.

2. İlk Klasik Dönem: 14.asrın ilk zamanları ve 17.asrın başlamasına kadar devam eden bir nevi yükseliş dönemidir. İz bırakan şairler bu dönemde ortaya çıkmış dahası eski Türk edebiyatı özgünleşmeye başlamıştır. Necati, Ahmed Paşa, Zatî bu dönemin en çok tanınan şairlerindedir. Ayrıca Fuzuli, Baki, Nefi, Taşlıcalı Yahya, Hayalî gibi şairler Arap ve Fars etkisinden az da olsa kurtulan, şiire biraz şehir biraz da fikir açılımı katan şairler de bu dönemde yaşamışladır.

3. İkinci Klasik Dönem: Bu dönem 17.asrın başlarından 19.asrın başlarına kadar yani bir diğer deyişle Tanzimat Edebiyatı dönemine kadar sürer. İlk klasik dönemde az da olsa özgünleşen hatta bünyesine Türk icadı şekiller ekleyen eski Türk edebiyatı, Hint tarzına ( Sebk-i Hindu ) evrilmiştir. Bu da onu daha yabancı, daha ağır bir edebiyat haline getirmiştir. Fehm-i Kadim, Naili, Nedim-i Kadim, Nef’i bu döneminde önde gelen şairlerindendir.

                6 asır gibi uzun bir süre hayatta kalan bu edebiyatın devrilmesinin de uzun zaman aldığını yukarıda belirtmiştik. Bu dönem, Cumhuriyet ilanında dahi devam etmiş hatta bu dönemde oldukça kaliteli nesirler meydana gelmiştir.
 
Divan şiir kaynakları şu şekilde sıralanabilir:

·         Şuara Tezkireleri
·         Başta Kuran olmak üzere İslam çerçevesinde kabul edilmiş tüm dini kitaplar
·         Fars mitolojisi
·         Arap tarihleri ve diğer milletlerin tarihleri
·         İslam tarihi
·         İslam ilmi
·         Bibliyografik tüm eserler
·         Osmanlı tarihleri
·         Şakâ’iku-n nu’mâniyye ile Tercüme ve Zeyilleri
·         Ansiklopediler
·         Sözlükler

Divan Şiirindeki Unsurlar

Divan edebiyatı, şekilci – kuralcı – tavizsiz bir edebiyattır. Şairin konuları, kullanacağı şekiller belirlenmiştir. Şair buna harfiyen uymak zorundadır. Öyle ki ağzına bir yudum şarap almamış ve makamı Şeyhülislam olan birisinin kaleminden çıkan satırlarda meyhane – şarap – saki eksik olmayabilir. Padişah olan ve hareminde yüzlerce kadın olan zat, şiirlerinde bir sevgili peşinde geda olabilir. Bu tamamen şiir geleneğinin getirisi, kurallarıdır. Öyle ki bu geleneği öğreten kaynaklar, yeni şairleri 20.000 beyit ezberlemeye ve kendilerinden önceki tüm divanları hatmetmeye davet eder. Bu şiir geleneğinde model almak gerektiği bu örnekte olduğu gibi oldukça önemlidir. Bir nevi usta – çırak ilişkisi denilebilir. Bir gelenek şiiri olduğu için divan şiirinin kendisine özgü kahramanları ya da ögeleri vardır. Bu ögeler şunladır:
 
AŞK
Divan şiiri tamamen aşk üzerine kurulmuştur dersek çok da yanlış sayılmaz; çünkü divanlardan aşkla ilgili şeyleri çıkardığınızda ortaya kasideden, terkib-i bendlerden, terci-i bendlerden oluşan ufak bir kısım kalır. Bu bakımdan eski Türk edebiyatında aşk, vazgeçilmez, biricik ögedir.

Eski Türk edebiyatı aşkı, acıyı seven, platonik ve aslında Anadolu insanın da çok sevdiği platonik bir aşktır. Kadın peşinden koşturur, erkek peşinden koşar. Hatta bu bakımdan tensel aşk, dinsel aşka dönüşerek tasavvufi bir hal bile almıştır.

Eski Türk edebiyatında aşk, tensel yani cinsi bir aşk da olabilir. Örneğin Nedim’in şiirlerinde sakiler, şaraplar gerçekten de bir tenselliği teslim eder. Lakin Baki ya da Fuzuli’de işin rengi değişir.

Eski Türk edebiyatı aşkı, daha çok aşığın duygularının ön planda olduğu bir aşktır. Bu bakımdan da aşık olan acı çeken zat, şiir yazar. Aşık söyleyişte bulunur ki bu söyleyişte abartma esastır.
 
AŞIK
Divan edebiyatından her daim sadık olan hatta bu sadakati ile kelp yerine yani köpek yerine konandır aşık. Sürekli sevgili peşinde koşar, ona özlem duyar. Onun bir nazarını almak için binbir acı çeker. Kısaca melankoliktir. Onun aşkı öyle garip bir hal alır ki sadece sevgilisine olan hasreti baki kalsın diye vuslat dahi istemez. Hoş istese de vuslat ona nasip olmaz.
 
MAŞUK (SEVGİLİ)
Aşığı gama, kedere boğan, ona asla yüz vermeyen, sürekli rakibe yüz veren dilberdir. Maşuk her zaman çok güzeldir. Gelenekçi olan şiir, maşuk için sevgili tipi de ayarlamıştır. Sarışın olan bir sevgili yoktur mesela, sevgili hep kara saçlıdır. Fettan, hatta bazen aşüfte ve cadıdır. Ama aynı zamanda naiftir, incinir. Bu bakımdan aşık, sevgili kapısından ayrılmaz. Sevgili ise ona asla yüz vermez. Divan şiirindeki aşk, tasavvuf aşkına döndüğünde sevgili Allah’tır ve seven yani aşk vuslat için yanar. Yalnız tasavvuftaki aşkta Tanrı, sevgili gibi kötü özellikler taşımaz.
 
RAKİP
Divan edebiyatında rakip, aşık ile maşuk arasındadır. İğnedir, köpektir, eşektir, kötüdür. Sevgilinin birden fazla aşığı olduğu için şair dışındaki tüm aşıklar şair için rakiptir. Ne kötüdür ki sevgili de hep rakibe yüz verir. Bu bakımdan şair rakibe kin güder.
 
ZAHİT
Kaba sofu tipidir. Elinden tespih düşmeyen, aşka inanmayan sadece cennet için çırpınan din adamıdır. Bu bakımdan aşık ile karşılaştırılır ve aşık ona her zaman yeğ tutulur.

9 Mart 2015 Pazartesi

DİŞ İMPLANTI

* Diş implantı yerleştirirken ağrım olacak mı?

Diş implantları hasta ağzına local anestezi yapılarak hastanın çene kemiğine yerleştirilirler. Bu sebeple operasyon esnasında hasta herhangi bir ağrı hissetmez. Operasyon sonrasında bir ya da iki gün hekiminiz tarafından önerilen basit ağrı kesici ilaçlar alınabilir. 
* Diş implantını her diş hekimi yapabilir mi?

Kliniğimizde diş implantı operasyonunu, diş implantı konusunda üniversitede eğitim almış uzman çene cerrahı diş hekimlerimiz yaparlar. Diş implantı konusu çok titizlenilmesi gereken ve detayları olan bir konudur. Diş implantı yaptırmayı planladığınız zaman bir diğer dikkat etmeniz gereken husus ise sterilizasyonun tam olarak sağlanmasıdır. Başarılı bir dental ekiple ve steril bir ortamda yaptıracağınız diş implantlarınızı çok uzun yıllar kullanacağınızdan herhangi bir endişeniz olmasın.

* Diş implantının yerleştirilmesi ne kadar zaman alıyor?

Diş implantının yerleştirilmesi süresi hastanın durumuna, ihtiyaçlarına ve yapılacak olan işlere bağlı olarak değişebilir. Bir tek diş implantı operasyonu ortalama yarım saat  sürebilir.

* Diş implantları ile tedavi güvenli ve uzun ömürlü müdür?

Günümüz sağlık sektöründe mükemmele yakın, yaklaşık 30 ila 35 yıllık klinik takipleri yapılan diş implantları olduğu gibi yeni implant markaları da bulunmaktadır. Kliniğimizde de kullandığımız diş implantlarımız uzun yıllardır vakalarının takip edilmesi sebebi ile hem kalitesini hem de güvenilirliğini ispatlamış markalardan temin edilmektedir.

* Diş implantı her vaka da uygulanabilir mi?

Hasta ağzında İster tek diş, isterse birden fazla diş eksikliği olsun diş implantı yerleştirilebilecek miktarda kemik varsa, her vaka için diş implantı uygulanabilir.

* Her hastaya diş implantı uygulanabilir mi?

Diş implantlarının belirli kalınlığı ve genişliği vardır. Diş implantının yerleştirileceği bölgede, çene kemiğinin diş implantını kabul edecek yüksekliğe ve genişliğe sahip olması gerekir. Varolan kemiğin kalitesi diş implantının başarısını etkiler. Ayrıca tedavi öncesinde ve diş implantının ağızda kaldığı sürece diş etlerinin tamamen sağlıklı olması gerekir. Hastanın genel sağlık durumu iyi olduğu sürece diş implantı uygulanmasını engelleyecek bir üst yaş limiti yoktur ancak kemik gelişimini tamamlanmamış çok genç hastalara uygulanması tercih edilmeyebilir.

* Kimlere diş implantı uygulanamaz?

Kontrol altında olmayan şeker hastalarına, kan pıhtılaşması bozukluğu olan hastalara, uzun yıllar kortizon almış ve hala almaya devam eden hastalara diş implantı uygulanamaz. Önceden çok büyük miktarlarda kemik kaybı söz konusu olan kişilerde de diş implantı uygulanamazdı. Günümüzde KEMİK GREFTLER le çene kemiği diş implantına uygun bir duruma getirilerek diş implantı uygulanabiliyor.

* Diş İmplantlarının bakımı için nelere dikkat edilmeli?

İlk olarak tıpkı doğal dişlerdeki gibi ağız içi hijyenine önem verilmelidir. Ağız içi hijyenine önem verilmediği takdirde tıpkı doğal dişler gibi diş implantları da kaybedilebilir. Diş implantlarını ve dişetlerine dişetlerinde şişlik, kızarıklık ve kanama olmaması için titiz bir firçalama yapılmalıdır. Aksi takdirde kemikte erime olur ve diş implantı kaybedilir. Diğer önemli husus ta sigaradır. Özellikle diş implantı operasyonundan sonra operasyon bölgesinin iyileşmesi için sigara kullanılmamalıdır.

* Diş İmplantlarının yerleştirilmesi için uygulanan tedavi aşamaları nelerdir?

Diş implantı tedavisi iki aşamadan oluşur. Cerrahi ve üst yapı aşamasıdır. Diş implantları cerrahi ile yerleştirildikten sonra ortalama olarak 2 ila 6 ay beklenir. Bu bekleme süresine “osteointegrasyon” denir. Bu sürede diş implantı çene kemiğiyle biyolojik olarak kaynaşır. Bu süre geçtikten sonra da ikinci aşama üst yapım aşaması da ortalama olarak bir haftalık bir sürede tamamlanır.

* Diş implantlarının başarısı garantili mi?

Kliniğimizde kullandığımız kaliteli ve güvenilir diş implantının uzman hekimlerimiz tarafından kusursuz bir şekilde hastalarımızın ağzına yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Ayrıca uzman hekimlerimiz diş implantının bakımı hakkında hastalara detaylı bilgiler verir ve gerektiği takdirde diş implantlarını kontrol eder. Son araştırmalarda diş implantlarının başarı yüzdeleri %99 lara ulaşmıştır.

* Diş implantları kozmetik amaçlı olarak kullanılır mı?

Diş implantları genel olarak kozmetik amaçlı olarak kullanılmaz. Diş implantlarının kullanılmasındaki ana amaç protez dişlere dayanak vermesidir. Protez dişlerde kozmetik düzeltmeler uygulanabilir ancak bu tedavi öncesi diş hekimine beklentiler izah edilmelidir.

* Diş implantını yapma kararında yaşlılık etken faktör mü?

Diş implantı için sağlık faktörü yaş faktöründen çok daha önemlidir.

* Diş implantları yerleştirildikten hemen sonra diş protezleri takılabilir mi?

Diş implantlarının kemik ile tam birleşmesini sağlamak için iyileşme dönemi olan 2 ila 6 ay boyunca diş implantının üstüne gelen yüklerin en aza indirgenmesi gerekir. Bu sebeple iyileşme süreci sonrası diş hekiminiz ile diş implantınıza göre yapılacak olan protez diş belirlenir ve uygulamaya geçilir.

* Diş implantlarının üzerine protez nasıl yerleştirilir?

Diş implantlarının üzerine yapılacak olan diş protezleri vakanın özelliğine göre değişir. Tedaviye başlamadan önce diş hekimi diş implantına göre diş protezinin planlamasını yapar. Planlama sonrası diş protezi tedavisine başlanır.

* Eksik her diş için 'bir' implant gerekir mi?

Eksik diş sayısı 1'den fazla olursa diş implantının uygulanacağı bölgeye bağlı tek bir tane diş implantı 2 ya da 3 diş yerine işlev görebilir. Ancak bu durumu belirlemek tamamen diş implantının yapılacağı bölgeye bağlıdır. Diş implantı konusunda uzman hekimlerimiz tarafından tüm çene röntgeni incelenerek karar verilir.

* Diş implantı pahalı mıdır?

Kliniğimizde ithal, kaliteli ve güvenilir bir diş implantı kullanmamız, diş implantı tedavisini bu tedavinin uzmanı olan çene cerrahlarının yapması ve diş implantı tedavisinde uygun steril bir ortamın sağlanması diş implantı tedavinin maliyetini belirlemektedir. Net bir maliyeti uzman hekimlerin sizi muayene etmesi ile belirlenecektir. Diş implantının yerleştirme işleminin karmaşıklığı ve uzunluğu, hastanın diş sağlığı ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişir.

* Diş implantı tedavisinde gözlenebilecek riskler nelerdir?

Ağız içi ya da dışı tüm cerrahi işlemlerde oluşabilecek risklerden farklı bir risk söz konusu değildir. Diş implantı tedavisinden sonraki ilk oluşabilecek risk enfeksiyon ve alerji, diş protezlerinin yapılmasından sonraki ağız temizliğinin yeteri düzeyde yapılmamasına bağlı olarak oluşabilecek riskte iltihaplanmalardır. Özellikle diş implantı tedavisi yapıldıktan sonra diş protezi yapımına kadar sigara kullanmamak gereklidir aksi takdirde enfeksiyonu arttırabilir.

* Kemik Grefti Nedir?

Diş implantının yerleştirileceği yerde ne kadar kemik miktarı olduğu oldukça önemlidir. Fakat günümüzde kemiğin genişliği ve yüksekliği artırabiliyor. Böylece diş implantının oturacağı yer hazırlanmış olur. Diş implantı operasyonu öncesinde kliniğimizde, hastanın klinik muayenesi yapılarak ve tüm çene röntgeni incelenerek kemik greftine ihtiyacınız olup olmadığı belirlenir ve kullanılacaksa eğer miktarına göre hastamıza kemik grefti maliyeti hakkında bilgi verilir.

* Diş implantı tedavisinin avantajları nelerdir?
  • Daha iyi çiğneyebilme - Her istediğini yiyebilme
  • Daha iyi estetik görünüm
  • Özgüvenin geri kazanılması ile daha mutlu bir sosyal hayat
  • Her şeyi yiyebilmeye bağlı olarak daha sağlıklı ve dengeli beslenme


Kaynak Göstermek Zorunludur: http://www.yenimakale.com/dis-implanti-hakkinda-sik-sorulan-sorular.html#ixzz3TudyRCHI

7 Mart 2015 Cumartesi



tek kelime   galatasaray




6 Mart 2015 Cuma

Matematik Soruları Çözmek İçin Öneriler

Matematiksel problem çözümü sayısal çözümdür. Tamamen doğru stratejiyi enjekte etmek ve doğru cevaba varma stratejisiyle alakalıdır. İki basamağı vardır ' problem uygulaması ve problem sunumu.

Öncelikle problemi tanımlayın ve çözmek için bir strateji belirleyin. Analitik olun.

Matematik Problemleri Çözmek için Yardımcı Öneriler:

- Sınıfta dikkatinizi verin. Konsantrasyonunuzu dersten alacak gereksiz şeylerden kaçının. Arkadaşlarınızla dersten sonra sohbet edin, ders sırasında değil.

- Hocanın söylediği şeyleri aklınızdan tekrar edin.

- Ders devam ederken not almak genellikle iyi bir şey değildir. Dikkatinizi böler. Öncelikle derse odaklanın, ve önemli şeyleri sonra not edin.

- Bir konuda uzmanlaşmak için mümkün olduğunca çok soru çözün.

- Bazı problemlerin birden fazla çözme metodu vardır. Bütün metotları öğrenin ve sizin için en az karmaşık olana karar verin.

- Çözülmesini zor bulduğunuz soruların çözümünün bir kopyasını edinin. Çözüme dikkatli biçimde çalışın.

- Birçok soru çözün. Pratiğin tek yolu budur.

- Temel prensipleri ve fikirleri iyi anlayın. En karmaşık problemlerin bile temelinde bunlar vardır.

- Arkadaki mantığı anlamak, çeşitli formülleri ve teorileri ezberlemeyi kolaylaştırır.

- Öğretmene soru sormaktan asla çekinmeyin. Size yardım etmeye hazırdırlar.

- Gerektiğinde yardım alın.

- Konu hakkındaki kaynakları okuyun. Tek başına ders notlarına bağlı kalmayın.

- İpuçları bazen hemen pes etmekten daha iyidir.

Matematik öğrenmesi zevkli bir derstir. Sayılardan ilk bakışta korkmayın. Matematik problemlerinin hepsi basit mantık ve analiz gerektirirler. Konuda çabucak uzmanlaşmak için kendinize baskı yapmayın. Cesaretiniz hemen kırılmasın. Matematiği, yapılması sıkıcı bir iş yerine öğrenmesi eğlenceli bir tecrübe haline getirecek yollar türetin. Notlar hakkında düşünmeyi kestiğiniz anda, gerçek öğrenme başlayacaktır.

Okumayı Geliştirmenin Yolları ?

 Daha Hızlı ve Daha İyi Okuma Becerileri İçin Tavsiyeler

08 Kasım 2008

Okumak bir insanın kelimeleri, düşünceleri ve fikirleri bir kağıt üzerinden, okuyucunun zaten bildiği bir şeye bağlamanın bir yoludur. Eğer okuyucu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorsa, o zaman bir metni okumak daha zorlayıcıdır ve genellikle okuyucu metinden pek bir şey kazanmaz. İşte okumayı geliştirmenin birkaç ipucu.

1. Etrafınızdaki dünyaya dair daha fazla şey öğrenin. Okuyucunun bilgi zeminini çeşitli kaynak materyaller okuma aracılığıyla genişleterek, okuyucu daha güçlü bir bilgi birikimine sahip olur. Ellerindeki bu bilgi birikimiyle okuyucu metni okurken daha fazlasını kazanır, bu da okumayı ve akılda tutmayı kolaylaştırır.

2. Okuduğunuz şeye dikkatinizi verin. Okuyucular metne olan dikkatlerini, konsantrasyonlarını ve verimliliklerini kontrol altında tutabilirler. Okuduğu şeye dikkatini vermek okuyucunun bir fikri veya önemli bir bilgiyi kaçırıp kaçırmadığını anlamasına yardımcı olur. Okuyucu bir kere metne dikkatini vermeyi öğrendi mi, geriye dönüp bilgilerin üstünden geçmesi ve daha iyi anlaması da mümkün olur, ki bu da okumayı geliştirir.

3. Kelime bilginizi arttırmak için uğraşın. Ortalama olarak bir insan 25 bin kelime bilebilir, üniversite mezunlarında bu 35 bin kelime olabilir. Daha fazla okuyarak ve bilinmeyen kelimeleri sözlükten bakarak okuyucu, okumasını daha da geliştirebilir. Bu da okuyucunun daha fazla okumasına ve daha fazla bilgi edinmesine yardımcı olur.

4. Bir insan ne kadar okursa, okuma becerisini geliştirmesi de o kadar kolaylaşır. Daha fazla okudukça okuyucu Türkçe dilinin yazımda kullanılan yapılarına daha aşina olacaktır. Bu da okuyucunun metnin genelini olduğu kadar parçaları da daha iyi ve büyük bir kolaylıkla anlamasını sağlayacaktır.

5. Soru sormaktan korkmayın. Eğer okuyucu bir çocuksa veya öğrenciyse, metinde geçen bilgilere dair soruları sınıf arkadaşlarına veya öğretmenlere sormak daha kolaydır. Okuyucu yetişkin olup okulla bağlarını kopardığındaysa bu biraz daha zordur. İnternet üzerinden, Google gibi, okuyucunun üzerinden geçtiği parçaya dair sorular sormak okumayı geliştiren şeylerdendir.

6. Bir romanı veya edebi eseri tam anlamak için bir kere okumak ya nadiren yeterli gelir ya da hiçbir zaman. Bir kitabı tekrar okumak parçanın daha zengin bir şekilde anlaşılmasına ve parçadaki önemli gerçeklerin özetlenmesine yardımcı olur. Tekrar okumak aynı zamanda okuyucunun metni zaten okuduğunu ve ikinci defa okumanın metni değerlendirmek için okuyucuya daha fazla zaman sağlayacağını, daha fazla ayrıntı öğreteceğini garanti altına alır ve okuyucu meselenin ayrıntılarını ve verilen bilgileri daha iyi kavrar.

5G GELİYR

İspanya'da düzenlenen Dünya Mobil Kongresi'nde sadece en son model telefonlar sergilenmiyor.
newmyip

Standlar arasında dolaşırken heyecan verici yeniliklere rastlamak da mümkün. Örneğin, 5G bağlantıyla uzaktan kontrol edilebilen robot gibi.
Güney Kore’nin en büyük telekom şirketlerinden SK Telecom'un standında sergilenen bu teknoloji fuarda büyük ilgi gördü. Özel hareket sensörleriyle kaplanan özel bir kostümün kullanıldığı bu prototipin amacı 5G (5. nesil kablosuz telefon bağlantı teknolojisi) ile neler yapılabileceğini göstermek.  
Özel kıyafeti giyen mankenin yaptığı tüm hareketleri birebir tekrar eden bu robot prototipi, Avatar filmini akıllara getirdi. Henüz deneme aşamasındaki bu teknoloji sayesinde robotlar, insanların gidemediği, tehlikeli bölgelerde uzaktan kontrol edilerek çalıştırılabilir.


4 Mart 2015 Çarşamba

YAŞAR KEMAL'in ölümü


Sanat Meclisi, Yaşar Kemal'in cenaze töreninde halkın bariyerlerin arkasında tutulmasına tepki gösterdi ve cenaze törenine katılıp da ön saflarda yer alanlardan bazı kişileri eleştirdi. Büyük usta Yaşar Kemal'i son yolculuğunda yalnız bırakmamak için toplanan Sanat Meclisi'ndeki sanatçıların, "Benim kitaplarımı okuyanlar, yoksula yoldaş olsun" pankartı ile yürüyüşe de katıldığı anlatılan açıklamada, şunlar ifade edildi:
"Teşvikiye'de kılınan cenaze namazının ardından defnedileceği Zincirlikuyu'ya doğru yola çıkacağımızı ve Yaşar Usta'nın yoldaşları, sevenleri, halkı olarak birlikte eller üstünde taşıyacağımızı düşünüyorduk, bunun için oradaydık. Bunca yıl halkına hizmet etmiş, halktan yana üretmiş olan Yaşar Kemal'i yine o hizmet ettiği halkı uğurlayacaktı... Bir yandan üzgündük yitirdiğimiz için ama bir yandan da son görevimizi yerine getirme telaşı ve sorumluluğu ile hareket ediyorduk. Hepimiz... Ama bir gariplik vardı. Bahçe avlusunda, naaşın olduğu bölüm bariyerlerle kapatılmıştı. O bölüme halktan kimse alınmıyordu. Halk naaşa yaklaştırılmıyordu. Bahçede her tarafta özel güvenlikler, sivil korumalar vardı. Sonradan anlaşıldı ki cenazeye katil, faşist, gerici, halk düşmanı tipler de gelmişti. İkiyüzlü bir şekilde Yaşar Kemal'i seviyormuş gibi yapan riyakarlardı hepsi de. Onlar Yaşar Kemal'in romanlarındaki Abdi ağalardı, halka zulmeden tiplerdi. Kendilerini bu kadar aşağılayan, kendilerinden bu kadar nefret eden birini elbette ki sevmiyorlardı. Amaçları sempatik görünmekti. Halk Yaşar Kemal'e yaklaştırılmadı ama bu halk düşmanları bariyerlerin içindeydi. Bir de ben aydınım diyen, halktan yanayım diyen bazı tipler vardı içeride. Yaşar Kemal'e büyük bir saygısızlık yapılıyordu. Çok sevdiği, her mimiğini, her davranışını çok yakından tanıdığı, romanlarında en ince ayrıntısına kadar anlattığı halkını yanına yaklaştırmıyorlardı. Ama yine romanlarında nefretle bahsettiği Abdi Ağalar naaşın etrafına doluşmuştu...

facebook yavaş yavaş kaldırılacak





Facebook 'tan yapılan açıklamada, şirket tarafından yapılan son anket çalışmalarında, kullanıcıların, Haber Kaynağı'nda tanıtımdan çok arkadaşları hakkındaki hikayeleri ve ilgilendikleri sayfaları görmek istediklerini ortaya çıkmasının ardından Facebook, pormosyonel sayfa paylaşımlarını azaltmak için çalışmalara başladığı belirtildi. Anket çalışmasına katılanlara göre, organik paylaşım olmalarına rağmen reklam gibi hissettiren mesajların ortak özelliklerine yer verilen açıklamada, "İnsanları yalnızca bir ürünü almaya ya da bir uygulamayı indirmeye zorluyorlar. Gerçek bir içeriği olmadan, insanları çekilişlere katılmaya zorluyorlar ve reklamlardaki içeriğin birebir aynısını kullanıyorlar" ifadeleri kullanıldı.

Daha az görünecek

Açıklamada, Ocak 2015'ten itibaren, bu tarz mesajlar Haber Kaynağı'nda daha az görüleceği kaydedildi. Haber Kaynağı'nın, Facebook'ta takip edilen kişilerden ve sayfalardan gelen haberlerle sürekli güncellenen haber listesi olduğu belirtildi

1 Mart 2015 Pazar

PKK SİLAH MI BIRAKIYOR

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile bir araya gelen HDP heyeti, Öcalan'ın PKK'ya yönelik çağrısını okudu. Dolmabahçe'deki başbakanlık çalışma ofisindeki toplantıda HDP adına hazırlanan metni okuyan Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan'ın PKK'ya yönelik çağrısını açıkladı. Öcalan çağrısında, "Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi karar vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır." ifadelerine yer verdi.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, 'Çözüm Süreci'ne ilişkin gelişmeleri değerlendirmek üzere Başbakanlık Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde HDP heyeti ile bir araya geldi.

Saat 11.00 sıralarında başlayan ve 45 dakika süren görüşmeye Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken katıldı. Görüşme sonrası ortak açıklama yapıldı.

Bu sabah Dolmabahçe Başbakanlık ofisinde düzenlenen “Çözüm Süreci” toplantısına katılan HDP heyetinden Sırrı Süreyya Önder, diyalogun “resmi, ciddi ve sorumlu” bir aşamaya gelindiğini ifade ederek PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte bahar aylarında silahsızlanma amacıyla olağanüstü kongreyi toplaması için yaptığı çağrıyı iletti. ''Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik mücadelenin yer alması için tarihi bir beyandır” diyen Önder, Öcalan’ın kongre sırasında görüşmede ele alınmasını istediği 10 maddeyi de sıraladı.

Basın toplantısında Önder ile birlikte yer alan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da önemli bir aşamaya gelindiğini belirterek, “Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanmasına yönelik açıklamayı önemli görüyoruz” diye konuştu.

''SÜREÇ RESMİ, CİDDİ VE SORUMLU BİR AŞAMAYA GELMİŞTİR''

HDP heyeti adına konuşan Sırrı Süreyya Önder, sürece ilişkin Başbakan Yardımcısı ile yaptıkları görüşmeden sonra şu maddeleri sıraladı:

* Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği
* Demokratik çözümün yerel boyutlarının tanımlanması
* Özgür vatandaşlığın güvenceleri
* Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri
* Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına yönelik anlayışın geliştirilmesi
* Ortak vatan ve milletin demokratik ölçülerle tanımlanması
* Demokratik hamleleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa…

PKK'YI OLAĞANÜSTÜ KONGREYE ÇAĞIRIYORUZ

Zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmi, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiştir.
Beklenen tarihi gelişmelerin hayata geçebilmesi için tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP heyeti olarak tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri, gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz. Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek, emek veren ve verecek olan tüm demokrasi güçlerini selamlıyoruz
Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan'ın temel belirlemesi de şudur: Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK'yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır

''SİLAHLARIN DEVRE DIŞI KALMASI DEMOKRATİK GELİŞİME HIZ KATACAKTIR''

''Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya geldik''
 DİYEN Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, ise şunları söyledi:

HDP, dün İmralı’da bir görüşme gerçekleştirdi
Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz
Analar ağlamasın diye sessiz devrim niteliğinde adımlar attık
Silahların devre dışı kalması demokratik gelişime hız katacaktır
Özgüven içinde tartışmaktan geri durmamamız gerekiyor
Çözüm sürecininin akşamdan sabaha bitmeyeceğini biliyoruz
Demokrasilerde halkın desteğini alan düşünceler, görüşler ve politikalar değer kazanır.
Biz de milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız.
Yeni anayasayı bir çok köklü ve kronik sorunun çözümüne önemli bir fırsat olarak görüyoru